Söz konusu tablo içerisinde ülkemizle ilgili bir değerlendirme yaptığımızda karşılaştığımız en büyük problem, aile şirketlerinin bir sonraki nesle devredilememesidir” dedi.
Toplantıda şirket sahipleri ve hissedarlarının, şirketleri yönetirken dikkat etmesi gereken konuların yanı sıra gözetim mekanizmaları, insan yönetimindeki kritik noktalar, çıkar çatışmalarının nasıl yönetilmesi gerektiği, şirketlerin kurumsal yönetim olgunluk seviyelerinin belirlenmesi konuları masaya yatırıldı.
Konuşmasında ailenin nüfusunun iyi yönetilmesinin, kurumsallaşma sürecinde kritik bir öneme sahip olduğuna dikkat çeken TAYSAD Başkanı Dr. Dudaroğlu, “Aile bireylerinden oluşan tepe yönetiminin davranış bütünlüğü, profesyonelleşmesi ve gelecek nesillere devir planlaması, şirketlerimizin kurumsallaşmasını sağlarken, sürdürülebilir başarıyı yakalamalarını da mümkün kılacaktır” dedi.
“Şirketlerimiz, Aile Anayasalarını oluşturmalıdır”
Dr. Mehmet Dudaroğlu konuşmasında aile şirketlerine tavsiyelerini şu şekilde aktardı: “Aile şirketlerinin varlığını sürdürmesi noktasında kuruculara olduğu kadar, yeni nesile de önemli görevler düşmektedir. Büyüklerin tecrübesini gençlerin dinamizmleri ile harmanlamaya elverişli bir ortam oluşturulması gerekmektedir. Aile şirketine katılacak yeni üyelerin şirket dışında, 3 ila 5 yıl kendilerini yetiştirmeleri sağlanmalıdır. Aile anayasası, şirket anayasası, adil gelir dağılımı ve servet yönetimi, aile şirketlerinde mutlaka hayata geçirilmelidir”
Dudaroğlu, “Aile şirketlerinde güven önemli bir yere sahiptir. Bir alman atasözü der ki; Güven çok iyidir fakat denetim ondan daha iyidir. Yani aile bireylerine güvenmek şirketlerde ne kadar önemli olsa da denetimi hiçbir zaman elden bırakmamak gerekir” diye konuştu.
Aile şirketlerinde kuşaklar arasındaki fark
Deloitte Eğitim Yönetici Direktörü Fazıl Oral, “Türk ekonomisinde sayısı az da olsa Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulmuş ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna tanıklık etmiş aile şirketleri var. 237 yıllık Hacı Bekir Lokumları Türkiye'nin en eski markası. Ülkemizde uzun ömürlü aile şirketlerine pek rastlanmasa da asırlardır ayakta duran markalarımız da yok değil. Toplumumuzda ‘1’inci kuşak kurar, 2’nci kuşak geliştirir, 3’üncü kuşak batırır’ söylemi ve algısı hakim. Fakat Türkler, liderlik vasıfları güçlü bir topluluktur çünkü göçebe yaşamış bir toplum olarak sürekli hareket halinde olmuşlardır. Dolayısıyla şirketlerde kurucu ile hissedar arasında emek açısından fark vardır. Kurucu yokluk kavramı içerisinde bir varlık oluştururken, hissedarlar var olanı sürdürebilme gayreti gösterir. Ailelerde birinci kuşak ikinci kuşakta, bağlılığı değil bağımlılığı tercih ediyor. Bunun böyle olması doğru olmamakla birlikte ikinci kuşaktan beklenilmesi gereken geliştirme ve sürdürülebilirlik üzerine yönetim stratejisi oluşturmak olmalıdır” dedi.
“Patron iktidara, profesyonel itibara sahip olmalıdır”
Oral, “Türkiye’de kurumların bulunduğu safhaya bakacak olursak; vizyon ortak fakat enerji dağınık. Bu durumu gelişmiş ülkelerdeki gibi ortak vizyon, ortak enerji düzeyine yükseltmek, aile şirketlerindeki çatışma olgusunun ortadan kalkmasını sağlayacak, dolayısıyla uzun ömürlü, ülke ekonomisine önemli katkısı olacak şirketler oluşacaktır. Söz konusu altyapıyı oluştururken göz önünde bulundurulması gereken bir diğer önemli husus da hissedar konumundaki bireyleri akademik başarılarıyla sınıflandırmak. Ülkemizde akademik kurumlar hayata hazırlamaktan öte sınav odaklı yapıdadır. Dolayısıyla akademik başarısı yüksek bireylerin, şirketi doğru yöneteceği yargısı yanıltıcı olmaktadır” diye konuştu.
Oral, “Kurumsal yapılarda yöneten ve yönetilen profili, başarının da yönünü belirlemektedir. Patron ve profesyonellerin amacı, hedefleri yönetmektir. Bu doğrultuda; patron sermaye, profesyonel beceri sahibidir; patron servetini, profesyonel işini yönetir; patron iktidara, profesyonel itibara sahip olmalıdır. Ülkemizde eğitim düzeyinin düşük olması, başarının yönünün negatif yönde olmasına neden olmuştur” dedi.